merhaba Raşit abi,
şu sponsor meselesini anlatan, aslında bana insanlarla oynandığını düşündüren "el clasico" çiziminiz, aklıma geçen sene yaptığım "kupa bahane, futbol şahane" (http://www.mizahvecizgi.com/ustalar_orta.php?subaction=showfull&id=1276636793&archive=&start_from=&ucat=37&) tefrikasından(*) bir alıntıyı getirdi... 98 dünya kupası için şöyle bir derleme yapmışım:
Eduardo Galeano’dan: "...Brezilya beşinci kez şampiyon olamadı ama Adidas kazandı. Adidas’ın rakibi Nike ise ikincilik ve dördüncülükle yetindi... Akıllara Gascoigne’in “tavuk çiftliği”geliyor... “Denilene göre Nike firması, yeni piyasaya sürdüğü ayakkabılarının reklamı için, finale bir kala sinir krizleri geçiren Ronaldo’yu hasta hasta oynamaya zorlamıştı... Ronaldo ‘kazananların’ istisnasıydı gerçi, uykusu da dahil saatte bin dolar kazanıyordu lakin çokuluslu şirketler, markalar, kulüpler, yöneticiler, “yanlış anlaşılmasın, futbolcuların ruh sağlığını düşündükleri için değil, aksine onların aşırı yorularak verimden düşmelerini önlemek amacıyla psikologlara bir çuval dolusu para ödüyorlar..."
98 Kupa’sının galibi Brezilya’yı 3-0 yenen Fransa olmuştu.
günümüzde de değişen bir şey yok. futbolda da, başka spor dallarında da (hatta kültür, sanatta bile) artık sponsorsuz olmuyor. bir anlamda sporcular değil sponsorlar, markalar kapışıyor... sporcular da, sponsorlor da paraya doymuyor... netekim; Roland Garros'u kazanan Rafael Nadal (namıdeğer toprak ağası Rafa) bu gerçeği, elindeki kupayı havalara kaldırırken şöyle dile getiriyor: "... sponsorlara da çok teşekkür ediyorum. onlar olmasaydı bu organizasyon olamazdı..."
markaların (sponsorların) yarattığı sempatinin altında yatan (aysberg) yıkımın aklıma düşürdüğü bir anımsama da, Frederic Beigbeder'in 99 Francs adlı kitabı... bana, tüketmekle yok etmek arasında pek fark olmadığını anlatan kitaptan ilgimi çeken bir kaç alıntı:
"...harcıyorum, öyleyse varım.. ama ihtiyaçlar yaratmak için kıskançlığı, acıyı, doyumsuzluğu körüklemek gerekiyor. işte benim savaş gereçlerim bunlar. hedefim sizsiniz... ben her yerdeyim. elimden kurtulamayacaksınız. gözünüzü nereye çevirseniz reklamlarımı görüyorsunuz. size can sıkıntısını yasaklıyorum. düşünmenizi engelliyorum. yenilik terörizmi hiç satmamı sağlıyor... ben doğrunun güzelin, iyinin ne olduğuna karar veriyorum... bilinçaltınızla ne kadar çok oynarsam bana o kadar çok itaat ediyorsunuz. şehrinizin duvarlarında bir yoğurdu methedersem, onu satın alacağınız garanti ederim. iradenizin özgür olduğunu sanıyorsunuz, ama er ya da geç, bir süpermarketin raflarında ürünümü tanıyacak ve onu satın alacaksınız, öylesine, sadece tadına bakmak için. bana inanın, ben işimi biliyorum... mmm, beyninize girmek öyle güzel ki.. ben beyninizin sağ yarısında boşalıyorum. arzularınız artık size ait değil: size kendi arzularımı dayatıyorum. rastgele arzulamanızı yasaklıyorum. arzularınız milyonlarca euro'luk bir yatırımın ürünü. yarın ne isteyeceğinize, bugün ben karar veriyorum..."
"... reklam totalitarizmi kendini temize çıkarmak bakımından daha akıllı. bu faşizm önceki başarısızlıklardan ders aldı. reklam, önsanlığı köleleştirmek için, düşük profilli olmayı, esnekliği ve ikna yöntemini seçti..."
"... insanın insana egemen olduğu günden beri ilk kez, karşısında özgürlüğün bile işe yaramadığı bir egemenlik sisteminde yaşıyoruz. tersine, sistem bütün kozlarını özgürlük üstüne oynuyor; en büyük buluşu da bu zaten. her türlü eleştiri yararına oluyor, her türlü yergi yılış yılış hoşgörüsünün yarattığı yanılsamayı güçlendiriyor. sistem size kibarca boyun eğdiriyor. her şey serbest, kerhaneyi düzsen kimse gelip küfretmez. sistem hedefine ulaştı: iteatsizlik bir iteat biçimi haline geldi..."
"...
-neden mizah yapmak gerekiyor?
-bu, markanız için iyi bir şey. mizah insanların sempatisini kazanmanızı sağlar. ve akılda kalmak, açısından mükemmeldir. tüketiciler kendilerini güldüren şeyleri daha iyi hatırlıyorlar: sonra akşam yemekte, işyerinde, teneffüste birbirlerine anlatıyorlar. şu sıralar iyi iş yapan komedilere bakın...."
"... dünya denen gezegenin tarihinde ilk kez, bütün ülkelerin insanları aynı hedefte birleşti: reklamlardaki tiplemelere benzemelerine yetecek kadar para kazanmak... markalar ise insanlar karşısında WORD WAR III'yi kazandılar..."
"... ben saftım. saflık, bir şirkette aranan bir nitelik değil. düpedüz aldandım ben. zaten, sizinle aramdaki tek ortak nokta bu..."
selam, saygılar
vahit akça
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder