Karikatürist arkadaşımız Vahit Akça çok üretken bir sanatçı. Milko Dikov'un Karikatürcüler Derğimizde açtığı serginin ardında oturup bir çalışma yapıp bana yollamış. Bu güzel çalşmayı sizlerle paylaşmak istedim. Vahit 'in bu işi misyon edinip bu konuda yoğunlaşması camiamızda büyük bir boşuğu doluracak. / Ben onu son günlerde elinde profesyonel bir makina ile görünce böyle bir çalışmayı onda bekliyordum doğrusu.. Artık Muhittin Köroğlu var, Aziz yavuzdoğan var, Akdağ Saydut var.. Bizler bir geri plana çekilebiliriz. Bence Vahit bir blog yapmalı ve biz her sabah onu bloğundan, ya da sitesinden merakla izlemeliyiz.Bu ona yakışacak .Raşit Yakalı Çağının tanığı usta bir çizer:
MİLKO DİKOV
Bulgar sanatçı Milko Dikov, 1998 yılında düzenlenen 18. Uluslararası Nasreddin Hoca Karikatür Yarışması’na, Balkan ülkelerinden o zamanki adıyla Yugoslavya’dan Borislav Stankoviç ve Romanya’dan Pavel Konstantin ile birlikte jüri üyesi olarak davet edilmişti. Karikatürcüler Derneği’nde yapılan basın toplantısında jüri üyeleri arasında karikatür üzerine sorulu cevaplı bir sohbet gerçekleşmişti. Karikatür sanatı üzerinde oluşan baskıların ağırlıklı olarak ele alındığı sohbette özellikle Romanya, Bulgaristan ve Yugoslavya’da yaşanan siyasi değişiklikler sonrası karikatür ortamındaki gelişmeler konuşulmuştu.
Değişim rüzgarlarının estiği, aradan geçen 11 sene sonunda Bulgar sanatçı Milko Dikov Karikatürcüler Derneği’nin davetlisi olarak 23 Mayıs 2009’da tekrar ülkemize geldi ve bir sergi açtı.. Beni, onun hakkında bir yazı yazmaya yönelten, bir röportajındaki(*) “ülkemdeki siyasi değişimden sonra, düz politik çizginin dışına çıkılması ve çeşitli akımların başlaması” söylemine yönelik kendisine sormak istediğim bir soru oldu. Yanıtı çok kısa olduğu için, eski röportajından bir iki alıntıyla harmanlayıp, ülkemdeki benzer durumları da gözönünde bulundurarak bir yazı oluşturmaya çalıştım. Bu yazıyı Milko Dikov üzerine yazacak olmama karşın, Balkan ülkelerindeki çağdaşlarıyla benzer düşüncelere sahip olması ve adını saydığım ülkelerde yaşanan değişim ve gelişmelerin de ortak özellikleri (ki bu özelliklerin ülkemiz süreci açısından da ayrıca düşündürücü olması) bakımından onu, diğer meslektaşları ile birarada aktarmak daha doğru olacaktı.
Milko’nun çağdaşlarından biri Yugoslav sanatçı Borislav Stankoviç o dönemde verdiği röportajda şöyle diyor; “Tito zamanında yaşam iyi olmasına karşın, karikatür ortamı için tehlikeli gelişmeler oluyordu. Şimdi ise karikatürcü olmak çok kolay ama yaşamak oldukça zorlaştı..!” ve ekliyor; “Bölünmeden önce, Yugoslavya’da verimli bir karikatür ortamı vardı. Bölünmeden sonra, dar bir bölgede kalmanın da etkisi ile ülkede benim de içinde olduğum sadece üç profesyonel karikatürcü vardı.. Sanatçıların azlığına karşın, yayınların çoğalması üretkenliği artırdı. (*)” Stankoviç, bölünme öncesi ve şimdiki yaşam arasındaki çelişkiye dikkat çekiyor olmasına karşın, nicelik ve nitelik kavramlarını çok iyi bağlamlandırılması ve bu çelişkili durumun bizim ülkemize de pek yabancı olmaması bakımından söylediğini önemli buldum. Stankoviç’in söylemindeki “öncesi ve sonrası” arasındaki çelişki, bizim ülkemizdeki durum açısından ise şöyle özetlenebilir belki; Türkiye’de yaşamın iyi olması veya zorlaşması durumlarında da, karikatür ortamı açısından tehlikeli gelişmeler her daim vardır. Nitekim, siyasi iktidarı elinde tutanların, onlara karşı olan karikatürlere, karikatürcülere ve çalıştıkları gazetelere durmaksızın dava açmaları bu tehlikelerden sadece biridir. Bunun dışında, kolay karikatürcü olunması olgusu ise, düşünsel ve toplumsal bakımdan ülke ve toplumun sorunlarına kayıtsız kalan, suya sabuna dokunmayan, “tehlikeli gelişmelerin” dışında duran bir bakış açısıyla da açıklanabilir..
Romen sanatçı Pavel Konstantin de çağdaşı Stankoviç gibi ülkesindeki değişimin (özellikle çoğalan yayınlar konusunda) oluşturduğu benzer özelliklerden söz ediyor: “ülkemdeki değişim, yayın açısından çeşitlilik getirdi, bunun sanatçıların üretkenliği üzerinde doğrudan bir etkisi oldu.. (*)”
Milko Dikov da aynı şeyleri söylüyor bir bakıma: “Ülkedeki siyasi değişimden sonra çok iyi gelişmeler oldu. Yeni yeni karikatür sanatçıları ortaya çıktı. Ayrıca, düz politik çizginin dışına çıkılması ve çeşitli akımların ortaya çıkması da ortamı renklendirdi.. (*)”
Dikov, meslektaşları gibi çağının ve ülkesindeki değişimlerin tanığıdır:
“İlk radyo vericilerini ve yayınladıkları müziği hatırlıyorum. İlk uçağı ve ilk aşkımı hatırlıyorum…” dediği ilk ve eşsiz olan… Ve, ” Askeri marşlar, bildiriler, korkunç yüzler, tanklar, jetler ve savaş sahneleri…”(*) olarak tanımladığı, yaşadığı dönemin bütün artıları ve eksileri çizimlerine sürekli yansır…
Lakin umudu hep vardır:
“Bir yüzyıl daha bitti, insan geride bıraktığı izleri düşünmeden edemiyor. İzler çocuklukla başlıyor. Gençliğin, sevinçler ve çöküşlerle örülü dolambaçlı yollarından geçiyor, olgunluk denen dik yokuşu yorgun argın tırmanmakla başlıyor. Ben de, yetmiş yıllık ömrümün doruğunda durmuş, hayatıma ve geçip giden çağa bakıyorum. Bilinmezliğe omuz silkip, arkamda kalan hayat yoluna özlemle göz atıyorum. Bu hayat yolunu bütün başarısızlıklarıyla ve yanlışlarıyla seviyorum, çünkü bu benim kendi hayat yolum. Başka bir tane de yok…(*)”
O, her döneminde içtendir;
“Okulda dalgındım, günlük hayatımda daha da dalgındım. Çarpım tablosuyla yıldızım hiç barışmadı. Sporda başarılı değildim. Kitaplara ve kendi hayallerime bayılırdım. Şiir yazardım. Hiçbir zaman notaya dökülmemiş melodiler bestelerdim. Sinemaya tapardım… Kırk yılı aşkın bir süredir çiziyorum. Övgüler ve ödüller aldım. Eserlerim bilinen ve bilinmeyen kent ve ülkelerde sergilendi. Ünlü olmak beni mutlu etti ama kuşkucu yanımı da keskinleştirdi. Kuşkucu oldum, ama hâlâ hızlanmayı sürdürüyordum. Uzun bir teknolojik gelişme dönemi geçirdim. En iyi sonucu almak için durmadan deniyordum. Ama bu çabalarım beni kuruttu. Beyaz kâğıt fazla doluydu. Kâğıda da, kendime de işkence ediyordum. Mükemmeliyetçi, ukalanın teki olmuştum. Hayranlarım vardı ama bir o kadar da rakibim vardı. Övgüler dokunaklıydı, eleştiriler beni paramparça ediyordu… Kendi gazetemi çıkarmaya çalışırdım ama asla ikinci sayıya ulaşamaz, tutarsızlık yüzünden asla tatmin olamazdım.”
Onun sözleri, hangi ülkeden olursa olsun ve hangi kültürden gelirse gelsin düşünen bir insanın, bazen dışa vurmasa da, yaşam süzgecinden geçirerek içselleştirdiği bir düşünme ve duyumsama ortaklığıdır. Bu ortaklığın izleri, aklımızın bazı şeylere ermediğini düşündüğümüz o dönemlerde, bizden önceki kuşakları etkilemiş gerçekliklerin, bizlere ister istemez yansıması olarak çocuklukta başlamıyor mu sahiden?. Belki de “olgunluk denen dik yokuş” bazı durumlarda gençlikten önce çocuklukta da başlıyor. Bu yüzden Milko’nun anlattığı, “askeri marşlar, bildiriler, korkunç yüzler, tanklar, jetler ve savaş sahneleri” bize ne kadar tanıdık!
Sergisinde, sevgili Mahmut Akgün’ün yardımlarıyla Bulgar ustaya, bu değişimlerin ışığında yaşanan gelişmelerin ve yeniliklerin neler olduğunu bir kez daha sordum. Milko’nun 11 yıl önce söylediklerinden farklı şeyler değildi verdiği kısa yanıt. Yanıt kısaydı ama çok şey anlatıyordu yine… Gözlerden kaçmayan heyecanıyla zaman olsa, belli ki daha da çok şey anlatacaktı. Ağzından dökülen cümleler tercüme edilse de, konuşmasa yorgun gözleri de aynı şeyleri anlatırdı sanki: “Siyasi değişimden once tek taraflı çiziliyordu. Rejimden sonra bir canlanma oldu. Bu canlanma özellikle portre karikatüründe kendini gösterdi ve yaygınlaştı. Bulgar karikatürü daha sonraki dönemde (Todor Jivkov dönemi - 1962 - 1989) yapılamadı. Tek parti ile dalga geçilemiyordu. Bu, portre karikatürüne de yansıdı ve ülkede bir süre portre karikatürü de yapılamadı… Daha sonraları portre karikatüründe bir patlama yaşandı ve aşırı derece de çizilmeye başlandı.. İleride umut ediyorum, durum daha da normalleşince sosyal karikatür daha da yerine oturcak. Karikatür bir zorlamayı kaldıramaz…”
Bu durum, bütün zorlayıcı iktidarlar için geçerli değil mi zaten? ABD’li Pulitzer ödüllü mizah yazarı Art Buchwald da “Çağlar boyu politik karikatür en güçlü silahlardan biri olagelmiştir. Tüm diktatörler siyasi karikatürcülerden atom bombasından korktuklarından daha fazla korkmuşlardır. Ne de olsa hiçbir totaliter rejim alay konusu olmayı kaldıramaz. (*)" demiştir.
Milko Dikov için karikatür, herşeyden önce bir felsefe ve düşünme biçimidir:
“Absürd ve yanıltıcı olmasına rağmen, karikatür insanlar arasında evrensel bir iletişim aracı. Dahası, eşsiz bir araç çünkü anlamak için yabancı dil bilmek zorunda değilsiniz. Karikatür kendi başına bir dil. Makale gibi okumanız ya da satır aralarını anlamanız gerekmiyor. Resmin grafik söylemini okuyoruz. Komik, üzücü, iyi veya kötü, bir mesaj taşıyor. Ruhsal yaratıcılık, özel bir sunuş ve zeka taşıyor. Karikatür, kahkaha ve kinaye, şaka ve hicivdir. Ama hepsinden öte, bir felsefe ve düşünme biçimidir. Önceki yüzyılda, hayata ve gidişata karşı eleştirel bir tutum olarak doğduğunda da böyleydi; günümüzde, etki alanını genişletir, yöntemlerini ve üslubunu yenileştirirken de böyle; şimdi eşiğinde bulunduğumuz 21. yüzyılda da böyle olacak. (*)”
Sevgili Raşit Yakalı da sitesinde, eski anılarını tazelerken söyle yazmış;
“Sene 1975, Akşehir gölüne maya çalıyoruz. Bu resimde tüm Balkan ülkeleri sanatçıları, Macar, Mısırlı, İtalyan... Ne büyük bir dosluk tablosu. Burada hep bir " Balkan Karikatür Birliği " konuşuldu. İki takım çıkarıp futbol maçı bile yaptık. Onu da bir başka gün anlatırım. Hep beraber Hıdırlık otelde kaldık, etli etmek ve dünyanın en büyük kirazlarını yedik, birlikte eğlendik. Nasrettin Hoca ve yardımcıları ortada. O günlerden aklımda kalan birkaç sözcük; Nazdrave (şerefe), Nema Problema… Hoşgeldin büyük usta, zaman ne güzel geçmiş…”
Milko Dikov’un yıllar sonra yine çağrılı olduğu Karikatürcüler Derneği’nde söylediği şu sözler, yaşananlar ne olursa olsun, onun ve hepimizin umudunun her şeyin üstünde olduğunu gösteriyor: “Uzun yıllar çizmekle, dünyada bir şeyi değiştiremesem de, hala umudunu yitirmedim.”
Vahit Akça – 25 Mayıs 2009
(*) Alıntılar: karikatürvakfı
MİLKO DİKOV
Bulgar sanatçı Milko Dikov, 1998 yılında düzenlenen 18. Uluslararası Nasreddin Hoca Karikatür Yarışması’na, Balkan ülkelerinden o zamanki adıyla Yugoslavya’dan Borislav Stankoviç ve Romanya’dan Pavel Konstantin ile birlikte jüri üyesi olarak davet edilmişti. Karikatürcüler Derneği’nde yapılan basın toplantısında jüri üyeleri arasında karikatür üzerine sorulu cevaplı bir sohbet gerçekleşmişti. Karikatür sanatı üzerinde oluşan baskıların ağırlıklı olarak ele alındığı sohbette özellikle Romanya, Bulgaristan ve Yugoslavya’da yaşanan siyasi değişiklikler sonrası karikatür ortamındaki gelişmeler konuşulmuştu.
Değişim rüzgarlarının estiği, aradan geçen 11 sene sonunda Bulgar sanatçı Milko Dikov Karikatürcüler Derneği’nin davetlisi olarak 23 Mayıs 2009’da tekrar ülkemize geldi ve bir sergi açtı.. Beni, onun hakkında bir yazı yazmaya yönelten, bir röportajındaki(*) “ülkemdeki siyasi değişimden sonra, düz politik çizginin dışına çıkılması ve çeşitli akımların başlaması” söylemine yönelik kendisine sormak istediğim bir soru oldu. Yanıtı çok kısa olduğu için, eski röportajından bir iki alıntıyla harmanlayıp, ülkemdeki benzer durumları da gözönünde bulundurarak bir yazı oluşturmaya çalıştım. Bu yazıyı Milko Dikov üzerine yazacak olmama karşın, Balkan ülkelerindeki çağdaşlarıyla benzer düşüncelere sahip olması ve adını saydığım ülkelerde yaşanan değişim ve gelişmelerin de ortak özellikleri (ki bu özelliklerin ülkemiz süreci açısından da ayrıca düşündürücü olması) bakımından onu, diğer meslektaşları ile birarada aktarmak daha doğru olacaktı.
Milko’nun çağdaşlarından biri Yugoslav sanatçı Borislav Stankoviç o dönemde verdiği röportajda şöyle diyor; “Tito zamanında yaşam iyi olmasına karşın, karikatür ortamı için tehlikeli gelişmeler oluyordu. Şimdi ise karikatürcü olmak çok kolay ama yaşamak oldukça zorlaştı..!” ve ekliyor; “Bölünmeden önce, Yugoslavya’da verimli bir karikatür ortamı vardı. Bölünmeden sonra, dar bir bölgede kalmanın da etkisi ile ülkede benim de içinde olduğum sadece üç profesyonel karikatürcü vardı.. Sanatçıların azlığına karşın, yayınların çoğalması üretkenliği artırdı. (*)” Stankoviç, bölünme öncesi ve şimdiki yaşam arasındaki çelişkiye dikkat çekiyor olmasına karşın, nicelik ve nitelik kavramlarını çok iyi bağlamlandırılması ve bu çelişkili durumun bizim ülkemize de pek yabancı olmaması bakımından söylediğini önemli buldum. Stankoviç’in söylemindeki “öncesi ve sonrası” arasındaki çelişki, bizim ülkemizdeki durum açısından ise şöyle özetlenebilir belki; Türkiye’de yaşamın iyi olması veya zorlaşması durumlarında da, karikatür ortamı açısından tehlikeli gelişmeler her daim vardır. Nitekim, siyasi iktidarı elinde tutanların, onlara karşı olan karikatürlere, karikatürcülere ve çalıştıkları gazetelere durmaksızın dava açmaları bu tehlikelerden sadece biridir. Bunun dışında, kolay karikatürcü olunması olgusu ise, düşünsel ve toplumsal bakımdan ülke ve toplumun sorunlarına kayıtsız kalan, suya sabuna dokunmayan, “tehlikeli gelişmelerin” dışında duran bir bakış açısıyla da açıklanabilir..
Romen sanatçı Pavel Konstantin de çağdaşı Stankoviç gibi ülkesindeki değişimin (özellikle çoğalan yayınlar konusunda) oluşturduğu benzer özelliklerden söz ediyor: “ülkemdeki değişim, yayın açısından çeşitlilik getirdi, bunun sanatçıların üretkenliği üzerinde doğrudan bir etkisi oldu.. (*)”
Milko Dikov da aynı şeyleri söylüyor bir bakıma: “Ülkedeki siyasi değişimden sonra çok iyi gelişmeler oldu. Yeni yeni karikatür sanatçıları ortaya çıktı. Ayrıca, düz politik çizginin dışına çıkılması ve çeşitli akımların ortaya çıkması da ortamı renklendirdi.. (*)”
Dikov, meslektaşları gibi çağının ve ülkesindeki değişimlerin tanığıdır:
“İlk radyo vericilerini ve yayınladıkları müziği hatırlıyorum. İlk uçağı ve ilk aşkımı hatırlıyorum…” dediği ilk ve eşsiz olan… Ve, ” Askeri marşlar, bildiriler, korkunç yüzler, tanklar, jetler ve savaş sahneleri…”(*) olarak tanımladığı, yaşadığı dönemin bütün artıları ve eksileri çizimlerine sürekli yansır…
Lakin umudu hep vardır:
“Bir yüzyıl daha bitti, insan geride bıraktığı izleri düşünmeden edemiyor. İzler çocuklukla başlıyor. Gençliğin, sevinçler ve çöküşlerle örülü dolambaçlı yollarından geçiyor, olgunluk denen dik yokuşu yorgun argın tırmanmakla başlıyor. Ben de, yetmiş yıllık ömrümün doruğunda durmuş, hayatıma ve geçip giden çağa bakıyorum. Bilinmezliğe omuz silkip, arkamda kalan hayat yoluna özlemle göz atıyorum. Bu hayat yolunu bütün başarısızlıklarıyla ve yanlışlarıyla seviyorum, çünkü bu benim kendi hayat yolum. Başka bir tane de yok…(*)”
O, her döneminde içtendir;
“Okulda dalgındım, günlük hayatımda daha da dalgındım. Çarpım tablosuyla yıldızım hiç barışmadı. Sporda başarılı değildim. Kitaplara ve kendi hayallerime bayılırdım. Şiir yazardım. Hiçbir zaman notaya dökülmemiş melodiler bestelerdim. Sinemaya tapardım… Kırk yılı aşkın bir süredir çiziyorum. Övgüler ve ödüller aldım. Eserlerim bilinen ve bilinmeyen kent ve ülkelerde sergilendi. Ünlü olmak beni mutlu etti ama kuşkucu yanımı da keskinleştirdi. Kuşkucu oldum, ama hâlâ hızlanmayı sürdürüyordum. Uzun bir teknolojik gelişme dönemi geçirdim. En iyi sonucu almak için durmadan deniyordum. Ama bu çabalarım beni kuruttu. Beyaz kâğıt fazla doluydu. Kâğıda da, kendime de işkence ediyordum. Mükemmeliyetçi, ukalanın teki olmuştum. Hayranlarım vardı ama bir o kadar da rakibim vardı. Övgüler dokunaklıydı, eleştiriler beni paramparça ediyordu… Kendi gazetemi çıkarmaya çalışırdım ama asla ikinci sayıya ulaşamaz, tutarsızlık yüzünden asla tatmin olamazdım.”
Onun sözleri, hangi ülkeden olursa olsun ve hangi kültürden gelirse gelsin düşünen bir insanın, bazen dışa vurmasa da, yaşam süzgecinden geçirerek içselleştirdiği bir düşünme ve duyumsama ortaklığıdır. Bu ortaklığın izleri, aklımızın bazı şeylere ermediğini düşündüğümüz o dönemlerde, bizden önceki kuşakları etkilemiş gerçekliklerin, bizlere ister istemez yansıması olarak çocuklukta başlamıyor mu sahiden?. Belki de “olgunluk denen dik yokuş” bazı durumlarda gençlikten önce çocuklukta da başlıyor. Bu yüzden Milko’nun anlattığı, “askeri marşlar, bildiriler, korkunç yüzler, tanklar, jetler ve savaş sahneleri” bize ne kadar tanıdık!
Sergisinde, sevgili Mahmut Akgün’ün yardımlarıyla Bulgar ustaya, bu değişimlerin ışığında yaşanan gelişmelerin ve yeniliklerin neler olduğunu bir kez daha sordum. Milko’nun 11 yıl önce söylediklerinden farklı şeyler değildi verdiği kısa yanıt. Yanıt kısaydı ama çok şey anlatıyordu yine… Gözlerden kaçmayan heyecanıyla zaman olsa, belli ki daha da çok şey anlatacaktı. Ağzından dökülen cümleler tercüme edilse de, konuşmasa yorgun gözleri de aynı şeyleri anlatırdı sanki: “Siyasi değişimden once tek taraflı çiziliyordu. Rejimden sonra bir canlanma oldu. Bu canlanma özellikle portre karikatüründe kendini gösterdi ve yaygınlaştı. Bulgar karikatürü daha sonraki dönemde (Todor Jivkov dönemi - 1962 - 1989) yapılamadı. Tek parti ile dalga geçilemiyordu. Bu, portre karikatürüne de yansıdı ve ülkede bir süre portre karikatürü de yapılamadı… Daha sonraları portre karikatüründe bir patlama yaşandı ve aşırı derece de çizilmeye başlandı.. İleride umut ediyorum, durum daha da normalleşince sosyal karikatür daha da yerine oturcak. Karikatür bir zorlamayı kaldıramaz…”
Bu durum, bütün zorlayıcı iktidarlar için geçerli değil mi zaten? ABD’li Pulitzer ödüllü mizah yazarı Art Buchwald da “Çağlar boyu politik karikatür en güçlü silahlardan biri olagelmiştir. Tüm diktatörler siyasi karikatürcülerden atom bombasından korktuklarından daha fazla korkmuşlardır. Ne de olsa hiçbir totaliter rejim alay konusu olmayı kaldıramaz. (*)" demiştir.
Milko Dikov için karikatür, herşeyden önce bir felsefe ve düşünme biçimidir:
“Absürd ve yanıltıcı olmasına rağmen, karikatür insanlar arasında evrensel bir iletişim aracı. Dahası, eşsiz bir araç çünkü anlamak için yabancı dil bilmek zorunda değilsiniz. Karikatür kendi başına bir dil. Makale gibi okumanız ya da satır aralarını anlamanız gerekmiyor. Resmin grafik söylemini okuyoruz. Komik, üzücü, iyi veya kötü, bir mesaj taşıyor. Ruhsal yaratıcılık, özel bir sunuş ve zeka taşıyor. Karikatür, kahkaha ve kinaye, şaka ve hicivdir. Ama hepsinden öte, bir felsefe ve düşünme biçimidir. Önceki yüzyılda, hayata ve gidişata karşı eleştirel bir tutum olarak doğduğunda da böyleydi; günümüzde, etki alanını genişletir, yöntemlerini ve üslubunu yenileştirirken de böyle; şimdi eşiğinde bulunduğumuz 21. yüzyılda da böyle olacak. (*)”
Sevgili Raşit Yakalı da sitesinde, eski anılarını tazelerken söyle yazmış;
“Sene 1975, Akşehir gölüne maya çalıyoruz. Bu resimde tüm Balkan ülkeleri sanatçıları, Macar, Mısırlı, İtalyan... Ne büyük bir dosluk tablosu. Burada hep bir " Balkan Karikatür Birliği " konuşuldu. İki takım çıkarıp futbol maçı bile yaptık. Onu da bir başka gün anlatırım. Hep beraber Hıdırlık otelde kaldık, etli etmek ve dünyanın en büyük kirazlarını yedik, birlikte eğlendik. Nasrettin Hoca ve yardımcıları ortada. O günlerden aklımda kalan birkaç sözcük; Nazdrave (şerefe), Nema Problema… Hoşgeldin büyük usta, zaman ne güzel geçmiş…”
Milko Dikov’un yıllar sonra yine çağrılı olduğu Karikatürcüler Derneği’nde söylediği şu sözler, yaşananlar ne olursa olsun, onun ve hepimizin umudunun her şeyin üstünde olduğunu gösteriyor: “Uzun yıllar çizmekle, dünyada bir şeyi değiştiremesem de, hala umudunu yitirmedim.”
Vahit Akça – 25 Mayıs 2009
(*) Alıntılar: karikatürvakfı
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder